Buralar, eskiden olduğu gibi dutluk olarak kalsaydı, ağaçlar arasına çul serer, sergen yayar; nasiplenir, nasiplendirir, meyveleri de ağaçları da heder etmezdik. Mevsimine göre gölgesinden de istifade edilirdi meyvesinden de… Dut üretiminde dünya devi olarak anılmak da mümkündü elbet dev seven bir toplumda, dut ve dut ürünleri ihracatında bir numara olmak da… Mevsimi gelince el birliğiyle dut hasadı yapılır, kazan kazan pekmez kaynatılır, hoşaflar kurutulurdu. Yokluğun temsili olarak anılan dut kurusu, bugün dutun yokluğuyla bulunmaz oldu, değere bindi. Yine dut ağaçlarımız olsaydı ipek böceklerimiz kaynaşır, dünyanın en güzel ipeklerini üretir; işler, sanayileştirir, ipeğin de anavatanı oluverirdik. Yaprağına kadar, kerestesine kadar lüzumluydu yani dutluklar. Buralar eskiden hep dutluktu ve dutluk olarak kalsaydı biraz daha mutlu olurduk belki…
Olmadı. Birer imkan olduğu bile hatırdan çıkarılıp talan edilen her şey gibi – ahlak gibi, değer gibi, tabiat ve de insan gibi- buralar da dutluk olarak kalmadı. Devrilip doğranan dut ağaçlarından oyma saz, saz teknesi, bağlama, yaprak saz, kabuğundan kağıt falan yapılsa yine iyiydi. Biz o eski, görkemli dut ağaçlarının ne yapıldığını, neyde kullanıldığını hiç bilmedik. Ama bildik ki talan edilip yoklaştırılan her şeyin değeri, üstünden asır geçtikten sonra anlaşılırmış. Bir geyik olarak söylenen “Buralar eskiden hep dutluktu” cümlesi, asırların arasından sıyrılıp bir hayıflanmaya, bir iç geçirmeye ve elbette keder bildirimine evrildi.
Köklü, görkemli, boy boylamış, soy soylamış dut ağaçlarının yerini alan binalar, yollar, beton duvarlar bize ne getirdi? Parsellenen, bölünüp paylaşılan ve kişilere özel istimlak edildikçe değerlenen, değerlendikçe uğruna ayak oyunları sergilenen alanlar, şüphesiz yine o kişiler açısından verimli olmuştur. Ancak dutlukken herkesin alanı olan mekanlar, birilerinin mülküne dönüşürken hiç kimsenin dikkatini çekmemiştir. Belki çocuklar içlenmiştir birazcık. Küçücük bir çocukken üstünde top koşturulan, birdirbir, uzun eşek, güvercin taklası, saklambaç vs. oynanan boş arsaların üstünde aniden toplu, topsuz konutlar, ucube binalar yükseltilmesine kim sesini çıkarmıştır ki? Yalnız çocukların, belki birkaç yaşlının yüreği sızlamıştır. Şahısların mülkiyet aşkına niye yürek sızlasın ki!
Buralar eskiden hep dutluktu, bugünse değil top koşturacak, at binilecek alanlar; bir tek ağaç dikilecek toprak parçasına sahip olmadığımızı kimseler fark etmedi. Ağacı, meyveyi oyunu geçtik; belediyelerin, il özel idarelerinin malı olan sokakların bir köşesinde, söz gelimi bir sokak lambasının dibinde yirmidört saat kadar otursak, çok özel güvenliklerin, zabıtanın, kolluk kuvvetlerinin, sakinlerin müdahale edeceğini de kimse fark etmedi. Kirasını ödemediğimiz hiçbir yerde sınırsızca duraklamak uygun değildi. Böylece mekansızlaştırılmış olduk.
Buralar eskiden hep dutluktu ve o dutlar ağacıyla, meyvesiyle, gölgesiyle herkesindi. Dutluk olmaktan çıkarılan mekanlar herkesin olmaktan çıktığı gibi ağaçlandırma, yeşillendirme, peyzaj çalışmaları adına dikilen üç beş bitki de meyvesiz ve gölgesiz ağaçlar, ithal çiçekler, hiçbir hayvanın minnet edip yemediği, yemeyeceği lüzumsuz otlar olarak tayin edildi. Yol kenarlarına, parklara, bahçelere belediye, özel idare yahut karayolları tarafından dikilenler meyve ağacı olsaydı, en azından üç beş insan istifade ederdi. Meyvelere, sebzelere de mekanbiçildi. Manav vardı orada köşe başında. Hiç kimsenin beleşten dut yemesine, meyve tatmasına tahammülü yoktu lanet sistemlerinin. Ol sebepten yok edilen dutların yerine ya verimsiz ağaçlar, ya bir mahallenin sakinlerine ömür boyu taksit ödetecek şekilde satılan, yahut daireleri fahiş fiyata kiralanan binalar dikildi. Allah’ın arzında yer kapladığına ikna olup birtakım insanlara kira vermek gibi bir saçmalığa da kimse ses etmedi.
Böylece öğrendik ki meyve veren ağaç taşlanır, hatta taşlaşırmış. Bir zamanlar dutluk olan alanlar, işte böyle buralar, 1932 yıl kadar evvel taş kesilen Pompei şehrine dönüverdi. Ki onların ettikleri belliyken buradaki dutlukların günahı neydi?
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.