GÜVEN ADIGÜZEL
Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni filminde görmüştük onu son olarak. Rol bekleyen bir sinema emektarını canlandırıyordu, aslında kendisini oynuyordu demek bu kez çok acı vericiydi. Pek gülmüyordu, yorgun görünüyordu, asık suratlıydı. Dev papyonlu o güleç halinden hiç eser yoktu. Ciddiydi, hüzünlüydü, yalnızdı. Kızgındı birilerine veya bir şeylere belki de kim bilir. Upuzun boyu hafif eğrilmişti, kocaman gözleri yuvalarından dışarı çıkmak istemiyordu sanki. Gözyaşı triosunun en yalnız adamı Sami Hazinses de buralarda bir yerlerde olmalıydı. Hulusi Kentmen’in mutfağında değillerdi, hayatlarının en mutlu ve en dertsiz günlerini geçirdikleri, ömürlerindeki en şen kahkahalarının mabedi olmuş o köşk’lere de hiç benzemiyordu buralar. Bu mutfak onların değildi, bunu iyi biliyorlardı, her hallerinden belli bir keder sızıyordu kalplerinden oynadıkları sahnelere. Son kez buluşmuşlardı işte bir filmde. Hiç kimse gülmüyordu ama nedense... Sami Hazinses de buralarda bir yerlerde olmalıydı. Rol kesmenin hiç zamanı değildi galiba.
Yeşilçam’ın Tadı-Tuzu Kalmamıştı
Onu çevirdiği onlarca filme rağmen ‘hak ettiği yere gelememişler’ listesinin en başına yazmak Yeşilçam tarihine nostaljik bir çentik atmak anlamına mı gelir bilinmez ama, bir mimik ustası olarak bitmemiş bir öykünün en baş aktörü olarak hatırlanacak olması da Cevat Kurtuluş gibi zamansız ustaların defterine yazılacaktır. Selim İleri’nin ‘Karakter oyuncuları’nın anısına’ başlıklı yazısında Cevat Kurtuluş’a dair söylediklerinde kırık dökük bir zamansızlık ve sahici bir hüzün hissedilir bu yüzden belki de; ‘’1990’da Hiçbir Gece’de, orta yaş eşiğindeki bir sinema yıldızının yalnızlık serüvenini işlemeye çalışıyordum. Bir yandan kişisel yaşantısında yaşlanma korkusu çekiyor, bir yandan sönen Yeşilçam ortamına tanıklık ediyordu bu yıldız. Tek bir sahnede emektar komedyen Cevat Kurtuluş’la karşılaşacak, Cevat Kurtuluş kırık dökük bir diyalog silsilesi içinde Hülya Koçyiğit’e Yeşilçam’ın tadı tuzu kalmadığını söyleyecekti. Önermediğim halde, “Eski günler birer hayal oldu...” derken ağladı Cevat Kurtuluş. Bir film sahnesi miydi, kendisinden daima yeteneği altında sululuklar, gülünçlükler talep edilmiş bir aktörün sahici gözyaşları mıydı bu acaba?’’ Üstün yetenekli bir sanatkâr olarak dünya çapında bir yeteneğe sahip olması sinemada konumlandırılan yerinin ‘şapsal garson’ ve ‘aptal uşak’tan öteye gidememesini engelleyemeyecekti maalesef. Selim İleri’nin Cevat Kurtuluş’u başrolde oynattığı bu kısa senaryosunda, ustanın -o önermediği halde- ağlaması esaslı bir tavırdır aslında. İlk kez başroldedir çünkü Cevat Kurtuluş ve mimiklerini değil gözyaşlarını konuşturmayı tercih etmiştir. Gözünden dökülenler; ‘’Kendisinden daima yeteneği altında sululuklar, gülünçlükler talep edilmiş bir aktörün sahici gözyaşları mıdır?’’ sorusunu daha bir anlamlı hale getirmiştir işte şimdi.
Yeteneği Erken Farkedildi Ama…
Cevat Kurtuluş 1922’nin Haziran’ında Ankara’da dünyaya gelmiş; parlak ışıklı, gelecek vaat eden, üstün yetenekli bir genç olarak; taklitler yaparak ünlenmeye başladığında henüz 18’indedir. Yüzünün elastiki yapısının farkına varmış ve mimiklerine hükmetmeye çoktan başlamıştır bile bu sıralarda. Bir süre Ankara Opera Korosu’nda çalıştıktan sonra işin doğal seyrinde İstanbul’un cazibesine kapılıp Ankara’yı terk etmeyi seçenler kervanına katılacaktır. O dönem Ankara’da ikamet eden sanatkarların büyük prodüksiyon şirketlerine ulaşması nerdeyse imkansız olduğundan -ne varsa İstanbul’da var- felsefesinden hareketle genç oyuncu Cevat Kurtuluş da, zamanın ruhu diyenlerden olmayı seçerek İstanbul’un -yani mucizeler dükkanının- yolunu tutmuştur. İstanbul’da işleri oldukça yaver giden bu yetenekli gence ilk filminde Hulusi Kentmen ve Aliye Rona gibi başka genç yetenekler de eşlik edecektir.(Hatta Aliye Rona’nın da ilk filmidir bu) ‘Kerim’in Çilesi’ ismindeki 1947 yılında çevrilen bu müzikal-komedi filminin ardından, 1950 yapımı ‘Üçüncü Selim’in Gözdesi’nde bu kez de ilk filmini çeviren Münir Özkul’la birlikte kamera karşısına geçecek kadar şanslıdır üstelik. Bu filmlerle açılan bahtı 1970’lerin ortalarına kadar olanca bereketiyle devam edecek ama bir kez bile başrol oynamadan arka sokaklarda dolaşıp duran bir kariyere sahip olacaktır. Oyunculuğunun uşak-bahçıvan-aşçı açmazında sıkışıp kalmasına gönlü razı olmasa da, o da star sistemine teslim olma mecburiyetine boğun eğecektir. İlk iki filmini saymazsak, Cevat Kurtuluş’un sinemaya girişinin 40’lı yaşlarından sonra gerçekleştiğini söyleyebiliriz aslında. Geç kalınmış bir zaman, hep geç kalmış bir yetenek.
Hayıflanmaları Çok da Haksız Sayılmaz
Sami Hazinses ile birlikte zengin köşk hayatının komik iç figürasyonu rollerinin altından başarıyla kalkan Cevat Kurtuluş, mimik ve jestlerle devleştirdiği karakter oyuculuğunun hakkını ziyadesiyle vererek seyirciyle arasında çok özel bir bağ kurmuştur. Bu yönüyle Kemal Sunal’ın seyirciyle kurduğu cazibeli iletişime benzer bir durumunun olduğu söylenebilir. Seyircinin her iki oyuncuya da, daha perdede görünür görünmez reaksiyon verdiklerini ve oynadıkları tüm sahnelerde tebessümlerini esirgemediklerini özellikle belirtmek gerekir. ‘Tiyatrocu kimliği ve yüz kaslarına elastiki yapısı’’ gibi iki önemli unsur birlikte düşünüldüğünde; ‘’sinemaya -dünya çapında bir isim olan popüler oyuncu Jim Carrey tarzında- başlı başına karakter merkezli bir kompozisyon da sunabilirdi aslında’’ hayıflanmaları çok da haksız sayılmaz. Cevat Kurtuluş 1940’lı yıllarda yaptığı gösterilerinde bugün modern güldürü sanatı olarak bilinen stand-up’ların ilk örneklerini sunmuş bir isimdi. Sergilediği bu tek kişilik ayakta gırgırları, döneminde büyük ilgi uyandıran ve çok konuşulan performanslar arasında sayılmış, halkın itibar etmesiyle birlikte kulaktan kulağa yayılmıştı. Ustanın modern güldürü türüne getirdiği bu yenilikçi yaklaşımlarının altını çizmekte fayda var. Biraz da star sisteminin dayattığı salon erkeği tiplemesine yenilen bir oyucu olarak rejisörlerin göremediği bir adam oldu Cevat Kurtuluş. Başka bir ülkenin sinema emekçisi olsaydı, dünya çapında bir aktör olması kaçınılmaz bir sonuç olurdu hiç şüphesiz.
Cevat Kurtuluş Sevinçten Ölmüştü
Yazar Cezmi Ersöz yazmıştı onun ölümünü. Cezmi Ersöz’e göre Cevat Kurtuluş sevinçten ölmüştü. Her emekli komedyen gibi mutsuz bir şekilde sürdürdüğü yolda yürüme mesailerinin birinde karşılaştığı Kandemir Konduk’un, hazırladığı yeni bir televizyon projesinde kendisine rol teklif etmesi üzerine çok sevinen ve kalbi bu sevince dayanamayarak tekleyen usta 92 yılının Eylül’ünde Okmeydanı hastanesinde hayata gözlerini yumarak perdeleri kendi üstüne çekmişti. Yine bir sinema emektarı olan eşi Meral Kurtuluş, onun ölümünden sonra Kandemir Konduk’a telefon açarak; ‘’ölmeden önce onu şereflendirdiniz, mutlu ve sevinçli öldü’’ diyerek de hazin bir hikayenin finalini ilan etmiştir. Her Yeşilçam emektarı gibi belediye otobüsüne binen, sürekli şemsiye taşıyan, oyuncak koleksiyonu yapan, matematik ve etimolojiyle yakından ilgilenen, müthiş bir taklit yeteneği olan, iyi bir tiyatrocu sayılan, alkışlarla yaşayan, sevinçten kalbi duran bir adam; Cevat Kurtuluş. Belki hiç başrolde oynayamadı ama hayata gözleri yumarken bile rol bulabilmiş olmaya duyduğu aşkla gönüllerden hiç silinmemeyi yani hep başrolde kalmayı başardı. Cevat Kurtuluş sinemamızın en yetenekli aktörleri arasındaki yerini kıyamete kadar koruyacaktır. Zamansız bir yetenek olarak hatırlayacağız onu ve hep öyle yad edeceğiz. Küçük rollerin dev oyuncusu.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.