Ramazan bereketine yaklaşıyoruz. Bu ay oruç, zikir, tefekkür, itikâf ve Allah’a daha yaklaşma ayı olarak bilindiği gibi, yardımlaşma, zekât ve sadaka ayı olarak da önemlidir. Çünkü biz millet olarak, böyle bir mecburiyet olmamasına rağmen ekseriya zekât ve sadakalarımızı da bu ayda veririz. Ramazan ayında ifa etmeyi alışkanlık haline getirdiğimiz ibadetlerimizden birisi olan zekât konusunu birazcık açmakta fayda var. Peygamber Efendimiz, Müslümanların zekâtlarını toplayıp Beytülmal’e getirmek üzere, zekât memurları tayin buyurmuştur. Biraz tetkik ettiğimizde görüyoruz ki; Asr-ı Saadet’te zekât müessesesi bugün işlediği gibi değil. Kur’an-ı Kerim, zekât konusunda, aynı zamanda İslam Devleti’nin Başkanı da sayılan Peygamber Efendimize hitaben şöyle buyuruyor:
Tevbe Suresi: “103. Müminlerin mallarından zekât al ki, onunla kendilerini temizlemiş, mallarına bereket vermiş olursun. Bir de onlara dua et; çünkü senin duan, onlar için bir rahatlık ve huzurdur.”
Bu ayet-i kerimede, zekâtın bizzat Hazreti Peygamber Efendimiz tarafından toplanması, dolayısıyla İslâm Devleti tarafından idare edilmesi emredilmekte, bu mali ibadetin Müslüman toplum için önemi ve hikmetleri vurgulanmaktadır. Açıkça anlaşılıyor ki, zekât Müslümanların fert olarak kendi isteğine bırakılmamış, bizzat devlet eliyle tanzim ve toplanması emredilmiştir. Bundan dolayıdır ki, Peygamberimiz, zekât memurları tayin ve göndermek suretiyle, zekâtı her sene muntazam şekilde Beytülmal’e almıştır. Onun vefatından sonra halife olan Hazreti Ebu Bekir de, “Zekâtı bundan böyle devlete vermeyeceklerini” bildirerek isyan eden kabileleri askerî kuvvet göndermek suretiyle hizaya getirmiştir. Hazreti Ebu Bekir’in sözü meşhurdur:“Vallahi onlar Hazreti Peygambere zekât olarak vermekte oldukları keçilerin değil kendilerini, yularlarını dahi vermeyecek olsalar, onun için bile savaş açarım!”
Peygamber Efendimiz yaşadığı müddetçe, zekâtlar hep Beytülmal’e verilmiştir. O devirde ve daha sonra gelen Dört Halife devrinde zekâtın, Müslüman fertler tarafından, uygun gördükleri yerlere dağıtıldığına dair, en küçük bir belge ve işarete rastlanılamaz.
Yine bu ayetin ışığında, İslam bilginleri; Devlet Başkanı’nın bilgisi dışında, zekâtı başka yerlere veya şahıslara vermiş olan bir mükelleften, Devlet Başkanı’nın, o zekâtı tekrar tahsil edebileceğini ifade etmektedirler.
Bu günkü çağımızda, zekâtın nasıl toplanacağına ve nerelere nasıl dağıtılacağına dair görüşlerini söyleyen ilim adamları; Müslümanların mutlaka bir, “Zekât toplama ve dağıtma müessesesi” kurmaları gerektiğini, böyle bir müessese ile ancak sosyal yaralarımızın sarılabileceğini ifade etmektedirler. Böyle bir müessese kurulmasının isteğe bağlı olmadığını, tüm Müslümanların yapmaları gereken bir görev olduğunu da, açıkça beyan edip, sorumluluğumuzu vurgulamaktadırlar. Böyle bir müessese elbette İslam devleti kuruluncaya kadar görev yapar. Bir bakıma İslam devletinin kurulması için altyapı oluşturacaktır.
Bunları okudukça, “Acaba bizim vermekte olduğumuz ya da verdiğimizi sandığımız zekâtlarımız, üzerimizden mükellefiyet olarak düşüyor mu?” diye hayıflanmamak ve ızdırap terleri dökmemek mümkün değil.
Yoksa, “Zekât fakirin hakkıdır” diye genel kaideyi öğrenip, işin içine girmekten imtina etmek ve sıyrıldığını zannetmek, zekattan toplum olarak beklediğimiz faydaları göremememiz neticesini doğurur.
Herkes de böyle düşünüp, zekât konusunda alınması gereken kararlar alınmayıp, gerekli adımlar atılmaz ve başıboş bırakılırsa, fert olarak hepimizin sorumluluğu devam edecektir. Üstelik yerine getirmediğimiz bu sorumluluk dolayısıyla, hem bu dünyada hesabımız ağır olmaktadır, hem de huzuru Hakk’a varınca bu vebal dolayısıyla uğrayacağımız kötü neticeler bizi bekliyor olacaktır. 1986 yılında yapılan bir tespite göre her yıl ülkemizde 150 milyar doların üzerinde zekât potansiyeli bulunmaktadır. Zekât müessesesini böylece öldürüp, zengin-fakir arasında mevcut uçurumları kapatılamaz seviyeye çıkarmışız. Zekâtla yapılması gereken diğer işleri ise neredeyse hep unutmuşuz. Zekâtın verileceği 8 yeri açıklayan Tevbe Suresi 60. ayet-i kerimesi mutlaka tetkik edilmelidir.
İşte meali: “Sadakalar (zekâtlar), Allah’tan bir farz olarak ancak fakirler, düşkünler, zekât toplayan memurlar, kalpleri İslâm’a ısındırılacak olanlarla (özgürlüğüne kavuşturulacak) köleler, borçlular, Allah yolunda cihat edenler ve yolda kalmış yolcular içindir. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”
Görüldüğü üzere, zekât dağıtımı ancak İslami Devlet ya da devlet yerine kaim edilecek “Zekât Toplama ve Dağıtma Müessesesi” eliyle yapılırsa hakkıyla yapılmış olur. Yoksa fertler bu devirde de olduğu gibi kâmil manada ne fakiri, ne düşkünü, ne cihat eden kişileri ve cihadın kendisini ne yolcuyu ne de borçluları tespit edip zekât verme işini gerçek şekliyle yapamazlar. Hele hele zekât memurları, kalpleri ısındırılacak olanlar, köleler gibi sarf yerleri, asla fertlerin inisiyatifiyle zekât alamazlar. Mutlaka bir müessese araya girmesi gerekir. Nasılsa devlet yok diye sorumluluktan sıyrılmak mümkün değildir. Çünkü ayet-i kerime ve bu konudaki sünneti seniye mensuh olmayıp kıyamete kadar hükmü yürütülecektir.
Burada “Fi Sebilillah” konusuna dikkat çekmek gerek. Yukarıdaki ayet-i kerime bize bu sarf yeri ile “cihat” ve “mücahit”e zekât verilmesi gerektiğini haber veriyor. Bu konuyu merhum Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır Hocamızın tefsirinden iyi okumak, ayrıca Yusuf El Kardavi’nin “İslam Hukukunda Zekât” Prof. Dr. Yunus Vehbi Yavuz’un “İslam’da Zekât Müessesesi” isimli kitaplarından iyi okuyup anlamak zorundayız. Bu eserleri tetkik ettiğimizde anlarız ki, bu gün İslam dünyası ayaklar altında çiğneniyorsa, talan ediliyorsa, katliama tabi tutuluyorsa, bunda zekât gibi muazzam bir potansiyelin, cihat gibi bir görevde finansman olarak kullanamayışlarının büyük bir etkisi olduğunu görürüz.
Kaynaklara indiğimizde Asr-ı Saadet’te ve Dört Halife devrinde zengin fakir ayırımı yapılmaksızın mücahitlere zekât verildiğini, cihat develeri ve atlarının ihtiyaçlarının zekâttan karşılandığını, silah ve malzeme konusuna da zekâtın sarf edildiğini görürüz. Cenab-ı Allah Müslümanlara cihadı farz kılmıştır ama onun finansmanını da Kur’an’da göstermiştir.
Müslümanlar kendilerine verilmiş bulunan cihat görevlerini, yine kendilerine gösterilmiş olan finansman kaynaklarından faydalanarak yapmadıkları için zalim çizmelerinin altında inleyip durmaktadırlar.
ZEKÂT VE CİHAT
Zekât ile cihadı kavramadan,
Derdimize deva olmaz Ramadan!
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Milli Gazete Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Milli Gazete hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Milli Gazete editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Milli Gazete değil haberi geçen ajanstır.